25.7.14

Tracks :: Develi Kız'ın Çilesi


Çok küçük yaşta annesini kaybetmiş, babasının isteğiyle de halasının yanına gönderilerek orada büyümüş, 'kaderden yaralı' bir genç kızdır Robyn Davidson (Mia Wasikowska).

1975 yılında, sevgili köpeği Diggity ile çıktığı tren yolculuğuyla Orta Avustralya’daki Alice Springs kentine vasıl olan Robyn'in amacı, yükünü taşıyacak üç deve, biraz da para bulduktan sonra, Alice Springs’ten Hint Okyanusu’na dek uzanan devasa bir çölü yürüyerek geçmektir..

'Çölgeçer' olmak, bir zamanlar babası da Kalahari çölünü aşmış bu kızın adeta genlerine ya da kaderine işlenmiş gibidir..

İşe koyulan Robyn, önce deve peşine düşer ve bunun için aylar boyunca çiftliklerde çalışır..

Patron kazığı yemek de dahil başına gelenler hızını kesemeyecek, en sonunda, deve sevk ve idaresi konusunda uzman seviyesine yükselecektir..

Şansı yaver gitmeye başlayınca işi biraz daha kolaylaşan kızımız, dört adet devenin sahibi olur; National Geographic'in sponsorluğunda da hem gerekli olan parayı bulur, hem de yolculuğu boyunca birkaç kez buluşarak ona her konuda yardımcı olacak foto muhabiri Rick (Adam Driver) ile tanışır..

Fotoğraftaki Adam değil yavru deve
Tabii bu arada, filmin hayati önem taşıyan 'Esas oğlan' açığı da bu iyi kalpli, fakat şapşal görünümlü oğlanla bi güzel kapatılmış olur..

Ve nihayet hazırlıkların sonuna gelinmiştir..
Başta aile fertlerinin ve arkadaşlarının, sonra da karşılaştığı diğer insanların vazgeçirme, korkutma çabaları hiçbir işe yaramayacak; sadece yüreğinin sesini dinleyip, illaki de burnunun dikine gitmeyi şiar edinmiş Robyn, 1977 yılı itibarıyla, biri yavru olmak üzere dört devesi ve köpeğiyle birlikte büyük çöl yürüyüşünü başlatacaktır..

Şirin görünümüne sanki karşıt gibi duran, güçlü ve kararlı karakterine saygı duyduğumuz, 'burnu havada' tavırlarına da giderek alışmaya başladığımız kahramanımız Robyn Davidson, altı buçuk ay kadar sürecek, fazlasıyla zorlu bu yolculukta bakalım nelerle, kimlerle karşılaşacak?.



Töre Denen Kör Olası Bela

Stone (2010) adlı güzide filmiyle belleğimde yer edinmiş yönetmen John Curran'ın, Avustralyalı yazar Robyn Davidson’ın kendi anılarını anlattığı aynı adlı kitaptan uyarlayarak çektiği bu film -örneklerine bolca rastladığımız- macerası da olan, biyografik özellikli bir dramın, 'garantili' ayak izlerine basarak ilerliyor..

Sonuç olarak, belki hafiften sürprizleri olan, ama finali de önceden belli bir maceradır söz konusu olan..
Yukarıda sorduğum, 'Tek başına yola çıkan bu genç kızın başına neler gelecek?' sorusuna verilecek yanıtlarla ilginç bulunup izlenebilecek bir yapım bu..


Yalnız farklı olarak, kızın o an yaşadıklarına bir de iç sesi eşlik eder..
Ki hem de öksüzlüğün kendine has hassasiyetiyle geçirdiği çocukluğuna dair anımsadığı bazı sahnelerle birlikte..

İşte bu eklemelerle zenginleşen ve böylelikle 'salt macera' duygusundan arınarak derinleşme eğilimi gösteren metin, derdini daha 'estetik' biçimde anlatabilen bir filme dönüşme yoluna da girmiş olur..

Fakat, geçmişe dair bu açıklama ve görüntülerin yetersizliği, dolayısıyla da etkisizliğiyle bi dereceye kadar hedefine ulaşabilen Tracks'in, macera kısmına fazla sözüm yok; ama, bu maceraya atılış nedenlerine ve buna dair söylemlerine ise itirazım çok..


Öte yandan, başta Robyn'in -bilemiyorum belki de Wasikowska'nın- 'antipatik' hali olmak üzere, filmin başından sonuna egemen olan o 'soğuk' duruş, bu türün olmazsa olmazı olan, seyircisiyle 'özdeşleşme' hususuna tamamen ket vuruyor..

Neyse ben şimdi filme -daha doğrusu- metne yönelik itirazlarımı yapayım, bu arada -bulabilirsem eğer- erdemlerini de sıralayayım da kararınızı kendiniz verin..

“İçinden gelen sese kulak ver, yapman gerektiğine inandığın şeyi ne zaman, neyle ve nasıl olursa olsun yap..
Bu konuda başkalarını dinleyebilirsin, işine yarayacağını düşündüklerini de belleğine kaydet, uygun durumlarda kullan; ancak, doğru bildiğinden, kafana koyduğundan seni döndürmeye çalışanlara ise asla kulak asma..
Çıktığın yolda bi ara pişman olsan da fazla çaktırma, devam et..
Önünde sonunda zaten kesinlikle başaracak, hedefine ulaşacaksın; yeter ki bu yolda ölme!.
Haydi yolun açık olsun benim pek sevgili maceraperest ve güzel kardeşim.”


Adeta böyle bir 'gaz'la yola revan olan Robyn'in asıl motivasyon kaynağı ne olabilir?.

Gerçi kahramanımız çıktığı bu zorlu yolculuk için, 'çölü sevmek, rahata düşkün insanların debelendiği boğucu şehir hayatından kaçmak' gibi kendince açıklamalar yapar; lâkin, bunlar tamamen genelgeçer ve etkisiz yanıtlardır..
Hem gayet açık görülür ki bu dediklerine kendi de pek inanmamaktadır..

Benim bu hususta ilk aklıma gelen, neredeyse doğuştan problemli bu kızın derdinin tamamen kişisel ve psikolojik olduğuydu..

Ne rahmetli annesinin, ne de hayırsız babasının ilgisine mazhar olmuş bu yavru kuşun, sürekli bir yere ya da birisine bağlanmadan yaşama, bir göçmen kuş misali ordan oraya gitme arzusu, ne kadar da anlaşılır bir durumdur oysa..
Bu istek o denli baskındır ki kişi bunu gerçekleştirmek için uygun şartların oluşmasını bile beklemeyebilir; hatta böylesi belki daha da istenendir!.


Ancak filmin amacı ve söylemi, bu gerçeği gözardı ederek daha çok toplumsal saiklere yüklenmek oluyor..
'Uygar' dünya halklarının toplumsal bir devrimi henüz yeşillendirdiği yetmişli yılları da düşünerek- Robyn'in, bir 'kadın birey' olarak kendini kanıtlama çabası olarak gösteriliyor bu girişim..

'Toplumsal' demişken, filmin belki de en önemli, en hakiki ve en 'sosyo-psikolojik' veriler sunan bir sekansından bahsetmemek olmaz..
Yalnız önce, büyük düşünür M.N.Serteli'ye bir kulak verelim:
“İnsanlar, daha çok da 'insanlığın en büyük yasaklısı' olan kadınlar, 'tarihsel bir şartlanmayla' toplum kuralları dahilinde hareket ederler ve buna yönelik yasakları -istem dışı olarak- çiğneyemezler.”

Her yaptığıyla ve her haliyle bu çağdışı anlayışa karşı duran kahramanımızın, zamanla özüne işlemiş o kadim korkuya teslim oluşunu işaret etmesi, filmin en anlamlı vurgusuydu..
Robyn, çölde bulduğu bir kanguru ölüsünü keserek, ondan yemek yapmaya karar vermiştir; ama birden vazgeçer..
Yeni öğrendiği bir Aborijin kuralına göre kadınların o hayvanı kesmesi yasaktır..
Yani bizim 'özgür kız', o topraklara ait bir erkek kuralına -hem de çevresinde bu yaptığını görecek tek bir kişi bile yokken- uymak zorunda olduğunu hisseder..
Töre denen kör olası belanın insan/kadın üzerindeki gücüne dair, ne de güçlü bir delildir bu!.



Şirin Olduğun Kadar Antipatiksin de

O değil de dostlarım, size bir itirafta bulunayım..
Şu yaptıklarına bakarak diyorum ki: Bu kızı yönlendiren, destekleyen etken ne olursa olsun, ortaya koyduğu eylemin niteliği pek de umurumda olmadı.. yeminle!.
Aslında 'Umurumda olmadı' lafı derdimi tam karşılamıyor, 'saygıdeğer bulmadım' demek daha doğru galiba..

Kime, neyi kanıtlamaksa derdi, gerçekten hiç fark etmez..
Demek istediğim, 'Robyn'in, herhangi bir motorlu araçla -haliyle- çok daha kısa sürede ve zahmetsizce aşabileceği çöllerde, dört deve, bir köpekle, yalınayak başı kabak vaziyette yollara düşmesinin makûl bir açıklaması olamaz.'

Hadi bu şekilde, yani hiçbir yardım almadan, kendini birilerine ispatlamak istiyor diyelim; peki, N.G.'den sponsorluk almasıyla birlikte sevinçten göbek atmasına ya da o şapşal fotografçının güzergâh üzerine su bidonları bırakmasına izin vermesine ne demeli?.

Hah işte oğlan bu öndeki
Öte yandan, o develerin üzerinde çöl kraliçesi misali yolculuk yapma olanağı varken, neden tabanvayla o güzelim ayaklarına cefa çektiriyor ki?.

Haa pardon güzelim!.
Böyle yaparsan eğer, yolculuğun sonuna geldiğinde, 'Bilmem kaç bin kilometre çölü yürüyerek geçmiş bir hatunum ülen ben!.' deyu övünemeyeceksin öyle mi!?
Aferin!.

Son tahlilde, yani bütün bu olağanüstü yolculuğun sonunda, filmin özüme hissettirdiği tek şey çok barizdi: 'Çöl macerası başta olmak üzere, yaşadıklarından oluşan bir kitap yazarak şöhret olmak, bu şirin ama antipatik kızımızın en önemli motivasyon kaynağı olmalı.'

Yoksa sizce ben çok mu duygusuzca, çok mu yüzeysel yaklaşıyorum bu duruma?.

Valla bi ara ben de böyle düşündüm; ama, sonra kendime yine hak verdim yahu..
Gerçekten de pek anlamsız, adeta ukalâca bir girişim bu..
En azından filmi çekilip de 'örnek bir insanın hayatı' gibi sunulması çok saçma..


Tamam, bir yerleri keşfetmek, bir çok bilimsel disipline veri toplamak üzere çok zor şartlarda yola çıkmışlara, çıkanlara saygımız sonsuz; hatta teşekkür de borçluyuz..
Ancak, turistlerin falan arabalarla cirit attığı bir yolda kendini paralamayı da pek saygıdeğer, hatta akıllı işi olarak göremiyorum ben, özür dilerim..

Böyle diyorum ama, öte yandan dostumuz Robyn'in bir kadın olması hasebiyle, yanlış anlaşılmaktan da korkuyorum yani..
Bir erkek olarak- sanki bu olayı bir kadına yakıştıramamış gibi görünmekten bahsediyorum..
Elbette hiç alâkası yok..
Ha erkek olmuşsunuz, ha kadın..
Kişisel zevkleriniz ya da komplekslerinizle -kendi kendinize- ne yaparsanız yapın; lâkin, kimseye bir faydası olmayacak -hatta sportif olarak bile bir anlam taşımayan- faaliyetlerinizi yaparken de lütfen bizden alkış, sempati falan beklemeyin..
Adım hıdur, maruzatım işte budur..


Tracks / Çöldeki İzler

Yönetmen: John Curran
Senaryo: Marion Nelson, Robyn Davidson (book)

Oyuncular: Mia Wasikowska, Adam Driver, Emma Booth
Yapım: 2013, Avustralya, 112'

   3 5