30.6.14

The Railway Man :: İntikam Lezzetsiz Bir Yemektir


1980 yılındayız..
İngiltere'nin kuzeyinde yer alan şirin bir kasabanın Malûl Gaziler Cemiyeti lokâlinde eski silah arkadaşlarıyla toplanarak kâh bira içen, kâh pişpirik oynayarak vakit geçiren bir İkinci Dünya Savaşı gazisidir Eric Lomax (Colin Firth).

Savaş zamanı başına ne geldiyse artık- lokâlin en içe kapanık, en düşünceli elemanı olarak doğrusu benim de dikkatimi çeken Eric, şu sıralarda sevinçli bir telaş içindedir..

Trenlere, özellikle de demiryollarına özel bir ilgisi ve hassasiyeti olan bu arkadaşın uzun yıllardır yaprak kıpırdamayan 'özel' hayatında, adeta devrim niteliğinde bir olay gerçekleşmiş; evine giderken trende karşılaştığı -kendisiyle oldukça ilgilenen- Patti (Nicole Kidman) adında hoş bir kadınla tanışmıştır..

Emekli hemşire olduğunu öğrendiğimiz Patti'nin bu ilgisini geri çevirmeyen kahramanımız için yalnızlıkla geçen -en azından zevksiz ve renksiz- günlerin sonu gelmiş gibidir..


Beklenildiği üzre ve fazla da gecikmeden yaptıkları evlilikle, ilişkilerini resmiyete döken ikilimizin lâyık oldukları mutluluklarının önünde duran önemli bir engel, gerçekten de can sıkmaktadır..

Savaş zamanı, Uzak Doğu'nun 'egzotik' bölgelerinde ifa ettiği askerliği sırasında, bir grup arkadaşıyla birlikte Japonlara esir düşen Eric'in maruz kaldığı baskı ve işkenceler, benliğinde öylesine büyük bi hasar yaratmıştır ki uyurken gördüğü kâbuslara eklenen, uyanıkken beliren halüsinasyonlar falan, dostumuzun günlük yaşantısını dahi çok zorlu bi sınav haline getirmiştir..


Yalnızken sadece Eric'i rahatsız eden bu psikolojik ve ezeli rahatsızlık, haliyle artık, 'yeni ama olgun' çiftimizin de fazlasıyla mühim bir sorunu haline gelir..

Taze gelin Patti, belki geç bulduğu ama pek sevdiği Eric'le yaptığı evliliği sürdürmesine açıkça engel olan bu sorunla, yani kocasının marazi iç dünyasıyla savaşmaya kararlıdır..

Bunun için, Eric'i kendisinden çok daha iyi tanıyan, ta o esaret günlerinden beri arkadaşı olan, Amca lakaplı Finlay'den (Stellan Skarsgård) yardım ister..

Tam bu sıralarda Finlay'in elinde bulundurduğu bir gazetedeki haber, belki de Eric'in derdine derman olabilecek, dolayısıyla da Patti'nin mutluluğunu daim kılabilecek niteliktedir..


Bir zamanlar kahramanımıza çok büyük zulüm ve işkence uygulayanların başında gelen Nagase'nin (Hiroyuki Sanada) hayatta olduğunu ve de şimdi aynı bölgede turistlere rehberlik yaptığını gösteren bu haber üzerine Eric, hayatını kâbusa çevirmiş bu adamla yüzleşmeye -biraz da karısının gazıyla- karar verir..

Kuşkusuz ki bu bir intikam girişimidir; lâkin aradan geçen zaman zarfında askerlikle hiçbir ilgisi kalmayarak emekli bir mühendise dönüşmüş, yemesi gereken intikam yemeği de artık buz gibi olmuş bu zarif adamın 'tarihi' öcünü nasıl alacağını, ben de pek merak ediyorum doğrusu..




Savaşlar İz Bırakır

Jonathan Teplitzky'nin yönettiği, gerçeklerden yola çıkan, hatta ve bizatihi olayın gerçek kahramanı Eric Lomax'ın yazdığı kitaptan uyarlanan bu biyografik drama, savaşın ve de savaş şartlarının vahşiliğini, bu sırada sistemli bir şekilde uygulanan işkencenin insanlık onurunu hiçe sayan iğrençliğini ortaya koyarken, oldukça başarılı..

Buna karşın, başrollerden biri olan Patti karakterinin neredeyse tamamen 'belirsiz' bir biçimde çizilmiş olmasıyla -özellikle- ortaya çıkan, senaryonun sakatlığı; savaşın bir tarafına fazlasıyla 'yandaş' yaklaşarak, rahatsız edici bir milliyetçi duruş sergilemesi ve nihayet, sırf gerilim oluşturma uğruna, abartılı bir beklenti yaratma çabasıyla senaryonun zorlanması gibi durumlar da filmin başarısız yanını ortaya koyuyor..


Tamam, şunu anlıyorum; her ülke sineması, her türlü cefasını çektiği bir savaşı anlatırken, çoğunlukla insanlarının insanlığını ya da kahramanlığını parlatmaya, devletlerinin de günahlarını görmezden gelmeye çalışabilir..

Kaldı ki Hollywood'un yaptığı ABD propagandalarına ezelden beridir maruz kalmış biz 'masum' seyircileri fazla da ırgalamayacaktır bu tutum..

Lâkin, daha bıyıkları yeni terlemiş İngiliz çocuklarının, ülkeleriyle tamamen ilgisiz o topraklarda ne aradığını sorgulamadan -ne sorgulaması- bu konuda imada bile bulunmadan, onlarla muhatap olan Japon ordusunun istisnasız tüm neferlerini kötü niyetli uzaylılar gibi göstermek de hiç ahlâki durmuyor yani..

Senaryonun nasıl zorlandığına ise, filmin başından itibaren seyirciyi gerilimli bir beklenti içine sokan, Eric'e 'işkence odasında' uygulanmış -ama bize de bir türlü gösterilmeyen- o çok çok acayip ve gizemli şeyin fiyasko çıkmasında tanık oluyoruz..


Baştan beri hep sözü edilen, o çok aşağılayıcı, hatta lafı bile edilemeyecek, sevgili karısına ise asla söylenemeyecek bu şeyin, çoğu filmde kendisine rastladığımız, oldukça 'popüler' bir işkence metodu olduğunu görüyoruz..
Oysa Eric o sıralarda sürekli uygulanan, hem de daha beter bir şiddetin ana muhatabıdır..

Bu 'aldatmaca'yla seyirciye yaşatılan hayal kırıklığı, filmin değerini de bir anda inişe geçiriyor tabii..

Colin Firth'ün ve onun gençliğini canlandıran Jeremy Irvine'in oyunculuklarını özellikle beğendiğimi; Nicole Kidman'ın da, öncelikle botoks denen gerdiricinin mimiklerine izin verdiği kadarıyla, sonra da kendisine resmen 'üvey evlat' muamelesi yapan senaryonun lütfettiği ölçüde, görevini yerine getirdiğini söyleyebilirim..

İnsanın bir zamanlar yaşadığı, ama giderek kafasında daha da büyüttüğü 'korkunç içerikli' geçmişiyle yeniden yüzleşmediği sürece normalleşip iyileşemeyeceğine vurgu yapan film, bu durumu adeta bir nevi 'fobi' düzeyinde değerlendirerek, geçmişin travmalarının şifasının, direkt olarak onların üzerine gitmekle sağlanabileceğini belirtiyor..


Son tahlilde söylenen şudur: Nefret duygusuyla birlikte ilelebet yaşanamaz, bir gün -henüz kendi kendini de bitirmeden- bu yükten kurtulmak, kin ve nefreti sona erdirmek şarttır..

Öte yandan -iddia edilenin aksine- anında, yani sıcağı sıcağına alınmadığı sürece, gayet tatsız tuzsuz bir yemektir intikam..


The Railway Man / Geçmişin İzleri

Yönetmen: Jonathan Teplitzky
Senaryo: Frank Cottrell Boyce, Andy Paterson, Eric Lomax (book)
Oyuncular: Colin Firth, Nicole Kidman, Stellan Skarsgård, Hiroyuki Sanada
Yapım: 2013, Australia-UK-Switzerland, 116'

  5


2 yorum:

  1. Hayal gücü çok pis, o işkence odasında başına gelenlere dair neler neler düşünmüştüm ben de, neymiş, suyla işkence etmişlermiş, yahu bari filmin bi yerlerinde adamın suya dair herhangi bir sıkıntısını gösterselerdi, boş boş denizi seyrettirdiler onun yerine.

    Boşu boşuna izlenmiş bir film daha.

    YanıtlaSil
  2. Ben de sizinkinden daha sefil bir tanıtım yapmış idim. Belki ilginizi çekebilir.
    http://arakolpa.blogspot.com/2014/06/the-railway-man-yuzlesme.html

    YanıtlaSil